Eyy Covid!

Evet, hepimizin virüs hakkında az çok bir fikri var. Nasıl bulaşır mesela,
gerçekten bu yaşanan belanın sebebi virüs mü, acaba tüm dünya ilaç şirketlerin
rantı için yada ekonomik bir güç savaşı için mi kandırılıyor? Yapılan her şeyi bir
yana bıraksak ve virüs için hiçbir önlem almasak acaba şimdiye kadar ölen
insanlardan daha fazla kişi mi ölürdü?
Birçoğumuzun hayatında belirli dönemlerde cevap bulunamayan sorular vardır
eminim. Şimdilik Covid ile alakalı sorularımızın tam da cevabını bulamadığımız
belirsiz bir dönemden geçmekteyiz. Hayat hiç olmadığı kadar durağan, insanlar
özellikle gençler çok mutsuz. Zaten ülkemizdeki işsizlik ve diğer sorunların
yanında gençlerin bu Pandemi sürecinde gelecek kaygısının çok daha fazla
arttığını görmemek için kör olması gerekir insanın.
Kendi kendime şöyle bir düşünce sardı beni. Acaba bu virüs insan eliyle mi
yapıldı yoksa ilahı bir dokunuş ile yaratıcı kabul edip iman ettiğimiz Allah
tarafından mı var edildi?
Etrafımdaki fark ettiğim tüm insanlara şöyle bir bakıyorum da bazıları inanılmaz
korkuyor bu virüs denen illetten. Bazıları da okadar rahat ki anlatamam. Hiç
umurunda olmayan kişiler bile var. İşin ilginç yanı bir insanın korona virüsten
ölme ihtimali sanırım %1 veya 2 civarında olmalı. Hadi oranı artırsak arttırsak
%5 bile olması mümkün değil. Ama her herhangi bir sebepten heran ölme
ihtimalimiz belki de 0. Peki niye bu kadar çok korkuyoruz bu virüsten?
Kabul etmek lazım hem ülkemiz hem de zengin fakir ayırt etmeden tüm ülkeler
yoğun bir savaş veriyor görülmez bu düşmana karşı. Bizde ülke olarak
başarabildiğimiz kadarıyla yoğun bir mücadele vermeye devam ediyoruz.
Bazen haberleri seyrederken ülkemizin verdiği mücadele konusunda göğsümüz
kabarıyor, Avrupa ülkeleri ile kendi ülkemizi kıyas ederek vatandaşına ücretsiz
hizmet verdiği için ülkemizle gurur duyuyoruz. Hiçbir insanı ölüme terk
etmedik bu zamana kadar. Ama bazen de yetkililer tarafından alınan bir takım
kararları duyunca adeta deliriyor ve bu kadarı da olmaz pes artık diyoruz.
Covid ile savaş verdiğimiz bu dönemde en çok aklımıza gelen konulardan bir
tanesi ve en önemlisi de işsizlik ve açlık. Düzenli maaşını alabilenler kişiler ve
aileleri sadece sosyal anlamda olumsuz etkilenirken, işleri kapanan onca esnaf
ve çalışamayan milyonlarca insan hem ekonomik hem de sosyal anlamda yıkıcı
bir etkiyle karşı karşıya kaldılar. Devletimiz, sosyal devlet olma gereği ihtiyaç
sahibi olan vatandaşlara yardımlarda bulunmaya çalıştı ve hala daha devam
ediyor fakat ihtiyaçları karşılayabilecek düzeyde yeterli olması pek de gerçekçi
görünmüyor. Düzenli maaş alanlar temel ihtiyaçlarını büyük oranda

karşılayabildiler. Ama eve hiç maaş girmeyen esnaflar, Pandemi sebebiyle iş
bulamayıp her kapı yüzüne kapanan emektarlar, geçimini sanatsal faaliyetlerle
sağlayan sanatçılar ve diğer birçok alanda çalışan fakat bu süreçte işsiz kalan
kişiler tam anlamıyla bu süreçte ortada kaldılar. Geçimini sağlamak için her işi
yapmaya çalışan insanlar kısıtlamalar kapsamında hiçbir iş yapamaz oldu.
Yaşamak için oksijenden sonra su ve gıdaya ihtiyacımız olduğunu hiç
unutmamak gerek. Maslow'un kuramına göre insanların ihtiyaçları sınırsızdır.
Ama ilk başta fizyolojik ihtiyaçların karşılanması gerekir. Temel ihtiyaçlar
karşılanamadıktan sonra diğer ikincil ihtiyaçların konuşulması ne kadar da
trajikomik olur. Aslında bize Pandemi çok şey öğretti. Para, lüks arabalar,
dolgun maaşlı iş sahibi olan insanlar, çok iyi yetişmiş bireyler bu süreçte büyük
bir boşluğa düştü. Çünkü eğitimli olmak, iyi bir iş sahibi olmak yiyecek
olmadıktan sonra hayatta kalmak için çok bir anlam ifade edemeyeceğini bu
süreçte görme fırsatı bulduk. Düşünsenize, çok paranız var, lüks bir arabanız
var, hatta bir size ait bir uçağınız bile olabilir. Dünyayı gezebilecek her türlü
imkânız da var ama gezemiyorsunuz. Çok iyi eğitim aldınız iyi bir diplomanız
var ama para kazanmanıza Pandemi izin vermiyor. Dünya tatlısı çocuklarız var
ama büyüdüklerini göremiyorsunuz…
Aslında bizim en büyük sorunumuz, yaşamımızı sadece içinde bulunduğumuz
nefes aldığımız atmosferden ibaret olduğunu sanmamız belki de. Yaşanan her
felakette aklımıza ilk önce ölüm korkusu geliyor ve bunu düşünmek bile bizi
çok korkutuyor. İlla ki kötü bir olaya da gerek yok aslında, ölüm hep aklımızın
bir ucunda olmalı çünkü hayatımızın değişmeyen bir parçası. Ama konuşmak
bile bazılarımızı ürkütebiliyor. Sanki çok sık dile getirirsek ölüm bizim kapımızı
daha çabuk çalar diye bir düşünceye kapılabiliyoruz. İnancınız ne olursa olsun,
yada inançsız da olabilirsiniz. Ama ölüm gerçeği hepimizin kabul etmek
zorunda olduğu acı bir gerçek. Ahiret inancına sahip olmak aslında ölüm
korkusuyla bahşedebilmemizde muazzam bir güç, tılsım belki de. Ama
bazılarımız dünyaya okadar çok anlam yüklemişiz ki kâinatta küçücük bir kum
tanesi kadar bile yer kaplamadığımızın farkında bile olmadan yaşıyoruz. İçinde
bulunduğumuz bu zor günlerde düşünmek, sorgulamak, kendi iç sesimizi
duymak için okadar çok zamanımız var ki…
Yaşanan olumsuzluklar, gençlerden çalınan bu güzel yıllar, aniden kaybettiğimiz
yaşlılarımız, geçlerimiz, sağlık çalışanlarımız ve diğer tüm sevdiğimiz
insanlar… Hepsi bir gün geride kalacak aslında. Çok değil, bundan 3-5 yıl sonra
Pandemi hakkında kısa anılar kalacak aklımızda, önemini yitirecek yaşananlar,
eskisi gibi anlam yüklemeyeceğiz. Kaybettiğimiz sevdiklerimize dair anılar bile

yavaş yavaş hafızalarımızdan silinmeye başlayacak. Elbette bu Covid denen ne
olduğu belirsiz virüs hayatımızdan çıkarsa tabi.

Umay AYTIN 

Sosyal Çalışmacısı

  • PAYLAŞ :